30 Eylül 2014 Salı
onbir
Şu an öyle bir noktadayım ki vereceğim en ufak bir karar bile hayatımı
çok büyük ölçüde şekillendirecekmiş gibi geliyor. Kendimi Mr. Nobody'deki Nemo gibi hissediyorum adeta. O paralel evren senin, bu paralel evren benim.. Peki ben napıyorum
bu durumda? TABİİ Kİ HİÇ BİRŞEY çocuklar. Deve kuşu gibi kafamı toprağa gömmek ve
kaçmak istiyorum. Ya da ben şöyle temizinden bir astral seyahate
çıkayım. Biraz güzel müzik, kitaplarım, samanyolu, kalem bulutsusu,
satürn filan biz takılırken siz buraları bir toparlayın. Birileri benim
yerime en doğru kararları versin. Ama hayatım çok değişmesin. Bir yandan
monoton yaşamdan nefret ederken bir yandan eylemsizlik aşığı bir insan
olmam çok garip. Evcimen olmamla bir alakası olmalı bunun. Bir şekilde.
Bir yerlerde.
29 Eylül 2014 Pazartesi
16 Eylül 2014 Salı
dokuz
Uzunca bir
süredir gözüme kestirmiştim ve William S. Burroughs ve Jack Kerouac’ın beraber
yazdığı “ve hipopotamlar tanklarında haşlandılar”ı. Sonra, geçen sene okuldaki
kitap fuarında indirimde görünce dayanamayıp almıştım. Çünkü ben ilginç
kitapları çok severim. Bu kitabın ismi çok ilginçti. Bir de yeni basım kapağı
çok tatlıştı. Kitabı alıp okumaya başlamamda bunların etkisi büyük, evet. Ama
kült bir kitap olduğu gerçeği kadar değil. Kitabın ortaya çıkış hikayesi de çok
ilgimi çekmişti açıkçası. YAZININ BURADAN SONRAKİ KISMI SPOILER İÇERMEMEKTEDİR.
Çünkü arka kapağından okuduğum kısmından size bahsedeceğim. Bir grup arkadaş
var ve bu gruptaki en az iki kişiyi ilgilendiren bir cinayet işleniyor. Daha
sonra bu gruptan başka iki kişi bu cinayeti bildirmek yerine, hikayesini romanlaştırmaya karar veriyor.
Üstelik bu olaylar gerçek hayattan uyarlanmış. Hatta yazarlar, kitapları ortaya
çıkınca, cinayeti polise bildirmemekten içeri giriyorlar sanırım. Sanırım
diyorum çünkü kitabı henüz bitirmedim ve hakkında pek araştırma yapmadım.
Aslında isminin nereden geldiğini merak edip biraz internette kurcuklamıştım.
Kurcuklamaz olaydım………… Çünkü spoiler yedim. Bu kadar spoiler da şimdilik bana
yetti, daha fazlasını kaldıramayacağım. Bir insan neden okumaya başladığı
kitabı bitirmeden önce kitabı internette aratır? Zamanında Sherlock’un 4.sezonunun
ilk bölümü yeni çıktığında da aynı şey olmuştu. O zamanlar benim final
dönemimdi ve finalleri bitirmeden yeni bölümleri izlememeye karar vermiştim. Birkaç
gün sonra Radikal’de Sherlock’la ilgili haber görmüştüm. Spoiler yeme
korkusuyla, haberin sadece giriş kısmını okuyup bırakacaktım. Hani şu başlığın
hemen altında biraz daha büyük puntoyla yazılmış kısım. Hani şu konuya sadece
giriş yapması gereken, ama sonuca bağlamaması gereken kısım………….O iki cümlede
yediğim spoiler kadar beni üzen bir spoiler olmamıştı. O kadar da temkinli
yaklaşmama rağmen. Finalleri bitirince çatır çatır izlemiştik gerçi. WHATEVER. Kitabın
ismi, yazarlar kitabı yazdığı bir sırada açık olan radyodan duydukları bir
yayınla alakalıymış. Bir sirkte bir yangın çıkmış ve spiker haberi anlatırken
“..ve hipopotamlar tanklarında haşlandılar.” demiş. İnterneti kurcuklamak
yerine 5 sayfa beklesem zaten kendim okuyacakmışım, teşekkürler.
15 Eylül 2014 Pazartesi
sekiz
Günlerim kitap okumak, dizi ve film izlemekle geçiyor.
Hayalimdeki hayatı yaşıyorum....O kadar da değil tabi ki, hayır. Ama bu şekilde
devam etmek şimdilik hoşuma gidiyor. Bir de ara sıra arkadaşlarımla dışarı
çıkıyorum. Eski arkadaşlar güzel. Hep ayrı bir yeri oluyor. Evet, bazılarıyla uzun bir süre
görüşememiş olmak biraz üzücü. Ama en güzeli de tekrar bir araya geldikten
sonra hiçbir şey olmamış gibi kaldığımız yerden devam etmek.
14 Eylül 2014 Pazar
yedi
Geçtiğimiz günlerde hayatımın en ilginç mülakatına girmiş
olabilirim.
-Jedi mi, dark side mi?
+Iıı….Dark
side demeyeceğim sanırım.
-Hmm… Ben
dark side demeni beklemiştim oysa ki.
1 saat
süren bir ton yazılım ve teknik bilgi içerikli mülakatın orta yerinde birden bu
sorunun sorulması ilginç olabiliyor. Üstelik gayet ciddi bir ortamda ve bir
savunma sanayii şirketi mülakatındaysanız. Karşınızdaki de yazılım
departmanından sorumlu super ciddi görünümlü bir yazılımcıysa. Umarım bu iyi bir şeydir. Ama bence değil.
9 Eylül 2014 Salı
altı
Merhaba,
Bu aralar bu minnak saksı ve içinden çıkmasını, büyümesini
dört gizle beklediğim mimoza çiçeğimle yatıp kalkıyoruz. Tamam biraz abarttım.
Ama ufak bir heyecan hissettiğim doğru. Çünkü daha önce böyle şeylerle hiç
uğraşmadım çocuklar. Maksimum uğraşım, bizimkiler Ankara dışındayken iki üç günde
bir sulamam gereken bir düzine menekşeyi ve adını bilmediğim birtakım çiçekleri
kurutmak oldu.
Büyüse de saçma sapan before-after kolajları yapsam. *.*
Bu arada mimoza çiçeği, küçükken fen bilgisi ya da biyoloji kitaplarında okuduğumuz küstüm çiçeğinden başka bir şey değil çocuklar. Ama bu tohumcuklar ve bu saksı, kendisine küstüm çiçeği dememiz için o yumucuk ellerle İsviçre'den buraya gelmiş olamaz. Bir de, mimoza daha güzel. Kelime olarak. Hızlı olarak ardarda söylemesi eğlenceli oluyor. Bence.
beş
Yine sıradan bir günde olduğu gibi “Bugün nasıl yatsam ne
işşizlikler peşinde koşsam? asjkdf” diye üşengeç bir şekilde düşünürken,
haftasonu bizimkilerin ısrarları sonucu, geçen sene karşılaştığımız ve okulumu
ve bölümümü öğrenince “Aağ süper! Mezun olunca hemen yanıma gel, seni işe
alalım! ;))))))” diyen tanıdığımızı -“Ben torpille işe girmem!!1! Hem daha geri
dönmesini beklediğim şirketler var!!” şeklindeki ergenlik ve idealistlik
triplerime rağmen- aramama ve en azından iş başvuru prosedürünü sormam
gerektiğine karar vermiş bulunduğumuzu hatırladım. Huh! Uğraşşsam bir daha bu
uzun cümleyi kuramam sanırım. Neyse, uzun süredir konuşmadığımız için önce
kendimi hatırlatmakla başlayan, sonra da iş başvuruları yapmaya başladığımı ama
mağlum şirketin internet sitesinde işe alım süreci ve açık pozisyonlarla ilgili
bir bilgi göremediğimi, bu konuyla ilgili kendisine danışmak istediğimi
belirten minik bir konuşma hazırladım. Allaağm hiç sevmediğim işler..... Aradım
ve TELEFON AÇILMADI arkadaşlar asjfk. –Bugün itici random gülmeli yazı
yazacağım, evet. - Fakat mükemmel bir
karmadan ibaret olan günüm daha yeni başlıyordu. Saçma sağan bir şekilde
internette gezinirken birden telefonum çaldı ve O DA NESİ? Telefonun ucunda bir
savunma sanayii ik’cısı vardı! Evet ik’cı dıyeceğim, çünkü uzun uzun yazmaya
üşendim ajksd. Ertesi gün yani yarın mülakata çağırıldım ve yanımda bir adet de
vesikalık götürmem istendi. Bir anda telefonu kapattığımda “Ama benim vesikalık
fotoğrafım yok!!” diye heyecan içine girdim ve o sıralar saat akşam 5
civarıydı. Neyse ki fotoğrafçılar o kadar erken saatte kapanmıyormuş çocuklar. “İş
başvurusu yapan bir insan yavrusunun neden güncel bir vesikalığı olmaz?” diye
sorabilirsiniz, o da benim dingilliğim oluyor sanırım. “Madem iş başvuruları
için kullanacağım, adam akıllı bir fotoğraf olsun.” diyerek fotoğrafçıdan önce
kuaföre gitmeye karar verdim. KAPIDAN ÇIKTIĞIM ANDA YAĞMUR YAĞMAYA BAŞLADI........
Sade dalgalı bir fön dilerken kuaförden düğün saçı yaptırmış bir şekilde çıktım,
içimden bin bir küfür saydırarak. Elimde şemsiyem ile adeta karmaya meydan
okuyarak eve üzerimi değiştirmeye döndüm. Fotoğrafçının kapanmamış olmasını
umarak yola çıktım. Fakat KARMA BUGÜN BENİMLE UĞRAŞMAYA KARARLIYDI. Elimde
şemsiyemle fotoğrafçının kapısında kalakaldım çünkü ELEKTRİKLER KESİKTİ. Bir
arka sokaktaki evimde ve onun da arka sokağındaki düğüncü kuaförde elektrikler
vardı ama fotoğrafçıda elektrikler kesikti. Günümün nasıl biteceğini gerçekten
merak ederken fotoğrafçı 5-10 dakika beklememi önerdi. O sırada kendimi fotoğrafçı
amcayla mükemmel bir gülüşe sahip olan Ankara demirbaşı ve bu demirbaşın
mükemmel gerekli Ankara projeleri hakkında konuşurken buldum. Neyse ki elektrik
5 dakika geçmeden geldi, biz de fotoğraf çekme işine girişebildik. Fotoğrafçı
amca, fotoğrafi iş başvurularımda kullanacağımı söylememe rağmen bana sağ ve
sol omzumun üzerinden bakışlar attıran pozlar verdirdi. Bense artık günü bir an önce
bitirme ve karma belasından kurtulma derdindeydim. Fotoğrafçıdan sonra koca
kafama yıldırım düşmeden ve bir tırın altında kalmadan eve gelebildim çocuklar.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)